Seyahat aslında biraz hayal kırıklıklarımızın ürünüdür. Ne zaman birine gitsen, mutsuz olursun. Sadece kendin için bir yere gidersen o seyahatin sana iyi gelir, bakışın değişir, gelişirsin, güzelleşirsin, anlayışlı olursun. Ben de beni hiç kimsenin beklemediği yerlere seyahat etmeyi seviyorum en çok. Bu yüzden yine rotamı Hindistan’a çevirdim.
Bu Hindistan’a ikinci gelişim. Hayatın çok yavaş aktığı, formalitelerin ve prosedürlerin bu kadar çok olduğu, alışılmış olandan bu kadar farklı olana insan neden gelmek ister ki? Sanırım Hindistandaki insanların gerçekten çok samimi ve mutlu olması oldu beni buraya yeniden getiren. Üstelik bu kez hindular için kutsal olan Ganj nehrinin kıyısındaki dünyanın en eski eski yerleşim yerlerinden biri olan Varanasiye geldim. Yıkım tanrısı Shivanın kenti burası. Hinduzimde reenkarnasyon inancı var. Ölümden sonra yeniden dünyaya geleceğine inanan insanlar bu sonsuz azabı sona erdirmek için öldükten sonra bedeninin burda yakılmasını ve küllerinin ganj nehrine serpilmesini istiyor. Bu duruma ise mokşa deniyor. Dünyanın her yerinden bir çok insan mokşa olmak ve hayatının son günlerini yaşamak için buraya geliyor. Tabii evdeki hesap çarşıya uymuyor, senelerce burda ölümü bekleyen insanlar var. Durumu iyi olanlar konukevlerinde ve otellerde kalırken, kimsesi ve parası olmayanlar bir battaniyeye kıvrılıp bir köşede ölmeyi bekliyor . Üstelik insanlar yemek verirse yiyor, içecek verirse içiyor. Aksi halde aç, çaresiz ve evsiz..
Her gün yüzlerce cenaze törenine ve kremasyon ( ölü yakımı ) olan bir yerin enerji yoğunluğunu tasvir etmem imkansız. Sadece görülerek kazanılacak bir deneyim.
Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar gökyüzüne dev alevler yükseliyor, hep merak edilen şey; koku var mı? Koku elbette var ama o kadar çok tütsü ve aromatik yağlar dökülüyor ki koku neredeyse kalmıyor.
Bir yanda cenazeler, cenaze başında ateşe talaş atan cenaze yakınları, bir yanda sokak satıcıları, bir yanda inekler, keçiler, köpekler, maymunlar, diğer yanda dilenciler, bir yanda düğün ve dans eden insanlar, bir yanda cenazesini omuzlarında taşıyarak yakmaya götüren insanlar.. Gördüğüm yüzlerce şehir içinde beni en çok etkileyen Varanasi oldu. Burda kaldığım sürece boyunca hayatın gerçekliğini sorguladım, sanki gerçek zaman diliminden dışarı çıkmıştım.
Milyonlarca cümle kursam burda ne hissettiğimi anlatamam, ama buranın bana katkısı ölümü normalleştirmek oldu. Ölülerini gömen bir toplumda büyüyen birisi için tek normal olan buyken; insanların yakılmasının, bedeni terkeden ruhun özgürlüğe kavuşması için yakılmasının da mantıklı olduğunu düşünmeye başladım. Bir yakınınızın öldükten sonra bedeninin kurtlanması, çürümesi, böceklenmesi mi yoksa yanarak kül haline gelip yok olması mı.. Acaba benim ruhum bedenimi terkettikten sonra hangisini isterdi?
TİKTOK Hesabı: 1solotraveler