Yazmak kimilerine göre bir yolculuk, kimilerine bir iyileşme halidir. Yalnızlığın en güzel halidir bir başkasınca. Bazen sancılarla doludur. Yazar yolculuğa çıkarken yolu yaşar, gözlemler. Yazar her daim yalnızdır, şölen kaçkınıdır.

Sait Faik bunların hepsinin toplamıdır bir bakıma. Öykülerinin birçoğunda deniz kokusu buram buram gelir. Orada, o kumsalda oturan hasır şapkalı bir adam vardır. Çakıltaşları ayaklarının ucundan şıngırdayarak kayar. Birden hikayeleri dile gelir:

“Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerinden hemen mavi sahile kayar...”

Seyreyle Denizi

Ardından vapurla gezmelere çıkarır okurunu. İstanbul’un, adaların gezginidir o. Adnan Özyalçıner bir yazısında Sait Faik’in adalarını ve İstanbul’unu şöyle anlatır;

“Sait Faik’te İstanbul, adaların, denizin, Beyoğlu’nun, Karaköy’ün, Köprünün, Sirkeci’nin, Eminönü’nün, Balıkpazarı’nın, Beyazıt’ın, Şehzadebaşı’nın, Aksaray’ın, Fatih’in, Atikali’nin, Karagümrük’ün, Edirnekapı’nın insanlarıyla içiçe yer alır. Onun için sıcak ve şiirsel bir havası vardır Sait Faik İstanbul’unun. Onun için bir başka İstanbul’dur, onun İstanbul’u. Anlattığı insanların acısı da sevinci de içiçedir. Bunun nedeni, Sait Faik’in öykücülüğümüze yaşanılanı getirmiş olmasıdır. Yaşanılan, düşünülen ve gözlemlenenden başkadır. Gözlemlemede bir seyircilik vardır, dışardan bakma vardır. Yaşanılan ise yaşayışla içiçe olmaktır. Olanları kendinde duymaktır.”

İstanbul’u ve denizi izlemenin büyüsü ve masalsı bir yanı vardır onun öykülerinde;

“Sonbaharda yapraklar konuşur. Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her madenin ıslık çaldığı bir vapurda Adalar'a gidip gelirim. Akşamüstü bazen köprünün ortasında durup Sultan Selim'in arkasındaki bulutlarda kırmızı rengin oyunlarını seyrederken bir sahra vahasında muazzam bir şehir, bir eski Bağdat, bulutlardaki deniz muharebesini seyrederdim.Tramvaylar o şehri taşır, vapurlar o şehrin muhariplerini götürür; biz, bu hakiki şehrin sakinleri, tiyatro seyircileri gibi sessiz, adeta geçenler bile durmuş gibi olur, seyrederiz. ..."

Bir Çocuk Hürriyeti

O hikayelerinin kahramanıdır. İçine sevinç dolar denizi gördüğünde. Kumla oyun oynar, balıkların, balıkçıların can dostudur. Şehrin gariban sokaklarında gezinen bir maceracı ve gizemli seyircisi olan yazar için balıkçılar da öykülerinin kahramanlarındandır. Bazıları da gerçekten yaşamış kişilerdir. Sığınacak bir liman, yalnızlığına ulaşacağı bir ada arar. Oltasını denize atarken en insani hallerini yansıtır;

“Bütün paramı oltaya harcamıştım. Balık tutacak, satacak, akşamları sattığım balığın parasıyla içecektim. Sabahleyin erkenden balığa. Ben bir yazıcıydım. Yazı yazmak canım istemiyordu. Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum.”

Ermeni, Rum balıkçılar öykülerinde önemli karakterlerdir. Ermeni balıkçı Varbet’in topal martı ile konuştuğunda o da aynı sandaldadır;

“Topal martı ile balıkçının konuştukları bile görülmüştür. Önce martının laf attığına kalıbımı basarım, diyeceğim. İlkin balıkçının martıya laf atmasının mümkünü yoktur.”

Dülger balığı, çipura, kolyoz, orkinos, yunus, karagöz, istavrit ve daha niceleri konuk olur onun öykülerine. Dülger Balığının Ölümü öyküsünde Rum balıkçıların Hristos balığı dedikleri dülger balığının aslında bir deniz canavarı iken nasıl uysal ve zavallı bir hale büründüğünü masalsı çizgilerle anlatır.

Hikayelerinde sadece balık ya da balıkçılar değil balık sezonundan da bahseder;

“En mühim mesele elbette ki balığın çıkmasıdır. Balık, ilk fırtınalarla, ilk soğuklarla başlar. Hâlâ suları soğumamış denizin yüzünde küçücük balıkların peşinde koşan kolyoz, artık daha derinlere inmiştir.”

 ***

Sait Faik’in hikâyelerinde karakterler bir süre sonra dönüşüme uğrar. İlk gençlik dönemlerinde hayatı seven ve dolu dolu yaşamaya çalışan yazar, karşılaştığı sosyal sorunlardan ve yakalandığı hastalıktan sonra umudunu yitirir. İkinci dönem hikâyelerinde sevinçle hüznü, ümitle ümitsizliği bir arada yaşayan yazarın hikâye karakterleri de kendi ruh halini yansıtır.

Sivriada Geceleri öyküsünde geçen martı, sanki onu anlatır;

“Ölen martıyı tanıyordum, dedim. Hani iki hafta önce ölen Tahir’in martısıydı. Başka türlü bir martıydı o. Ötekiler gibi bağırmazdı. Bir kayanın tepesine çıkar, oradan Tahir’in sandalını gözlerdi. Uçardı doğru Tahir’in sandalına. Surattan da anlardı kerata... Tembel miydi, şair miydi bilmem ki!”

***

Sait Faik’in yazı yazmaya başladığı 1930’lu yıllarda klasik hikaye türü kullanılmakta idi. Bunların hepsi başı, ortası ve sonu kurallara bağlı, genellikle değişik bir sonla biten hikaye geleneğini sürdürüyorlardı. Gerçekçi olduklarından kendi kişiliklerini geri çekiyorlardı. Bu nesnel öykücüler arasında Sait Faik hikayeye yeni bir anlayış getirdi. Hikayelerinin karakterleriyle bütünleşti. Bazen de kendisi bir hikaye kahramanı oluverdi.

Nurullah Ataç onun için şöyle yazmıştır;

“Öyle yerler oluyor, anlatılan kişilerle anlatan kişiyi seçemiyorsunuz birbirinden. Bütün kişileri, her şeyi içten, kendi içinden anlatıyor da onun için. Gerçekçilik arkasında koştuğu yok... Bir doğru var onda: Kendi doğrusu, kendi içinin doğrusu...”

Lastik Çizme Gibi Bir Deniz

Sait Faik’le denizde yolculuk bitmez, denize dair yazdıkları da. Dünya uzaktadır. Çarşıya inemez. Kadıköy iskelesinde ya balık tutar ya da denizin dalgalarını boyar;

“Bugün deniz, yüz veren bir anne gibidir. Bu kadar etmemeli, bu kadar yüz vermemeli, bu kadar ışıklı, bu kadar sakin, bu kadar lastik çizme gibi pırıl pırıl olmamalı deniz.”

KAYNAKÇA:

Havuz başı, Sait Faik Abasıyanık, Türkiye İş Bankası Yayınları

Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik Abasıyanık, Türkiye İş Bankası Yayınları

Son Kuşlar, Sait Faik Abasıyanık, Türkiye İş Bankası Yayınları

Semaver, Sait Faik Abasıyanık, Türkiye İş Bankası Yayınları

Lüzumsuz Adam, Sait Faik Abasıyanık, Türkiye İş Bankası Yayınları

Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman, Cevdet Kudret, İnkılap Kitabevi

Sait Faik: Bir Başka İstanbul, Adnan Özyalçıner, Varlık dergisi, Ocak 1995

Sait Faik’in Kahramanlarında Kılık ve Ruh, Varlık dergisi, Haziran 1969