Toplanın sizlere psikopatolojinin ne olduğunu, doğuda patolojik büyümenin nasıl evrimleştiğini ve bir dünya ikliminde var olmak için nasıl bir psikolojik savaş verdiğimizi konuşalım. Basit birkaç cümle aslında girizgah olabilir. Örneğin a kentinde b semtinin c mahallesinde doğdum nokta. Bu başlangıç için fena değil. Fakat gelelim kader mi yoksa keder mi kısmına. Doğduğun ev kaderin midir? Yoksa baştan başa bir keder mi? İşte dananın kuyruğu burda kopuyor biraz. Çünkü aslında doğduğun ev ne kader ne de keder. En başta tercih hakkının olmadığı bir inanış, bir çift ebeveyn ve uğruna yüzyıllardır savaşlar verilen bin kaç metre kare toprak. İşte psikopatolojik savaşın başladığı asıl yer. Ne peki bu psikopatoloji?  Duygunu, düşünceni hani o çok sitem ettiğin ve kontrol edemediğin öfkeni, bunalımlarını, anormal/uyumsuz davranışlarını ve aslında bütünüyle şu an bu yazıyı okuyan seni ele alıp inceleyen, tanı koyan sen delirdin ya da aslında delirmedin ama delirmeye yakınsın dedirten bir bilim dalı. Ne alaka peki bunun Doğu`yla, savaşla, toprakla... Çok alaka sevgili okur kardeşim. 2. Dünya savaşının başlamasıyla son bulan Dünya Ekonomik Buhranıyla önem kazanan ve ihtiyaç duyulan o psikoloji bilim dalı; insan egosunu, ideasını, arzusunu ve hedonizmini (hazzını) araştırmaya çoktan başlamıştı bile. İngiltere için Almanya bir doğuydu aslında. Amerika için SSCB doğuydu. Bazı görüşlere göre hiç bitmeyen bir bunalımdı Doğu. Orta Doğu, Yakın Doğu, Doğu Anadolu... Fakat o görüşlerin sahibi insanların ortak bir batısı vardı. KALPLERİ... İşte bu kalpler savaşlara, savaşlar ölümlere, ölümler de günümüz insanını anlamaya, birbirimizi çözmeye ve daha anlayışlı daha görgülü daha az yargılı olmaya itmişti. İşte bu bunalımların hepsini çözmeye çalışmaktı psikopatoloji. 

Sigmund Freud, "sahip olduğunuz karakterlerin temeli çocukken etrafınızda insanlar tarafından atıldı" diyor. Ekliyor: "Sizleri denek olarak kullanmak cazip geliyor fakat bunu yaparken aklıma şu anki Ben`i oluşturan insanlar geliyor ve korkmaya başlıyorum". Bunu düşününce Freud`un dedikleri daha da anlam kazanıyor. Önce doğdun can kazandın sonra büyüdün güç kazandın. Bütün olay maalesef bu değil. Anlatacam sana çünkü bilmeni istiyorum, öğrenmeni istiyorum. Çünkü senle aramızda bir bağ oluştu bile. Bana göre bunların atası Freud, psikoseksüel kuramını açıklarken doğduğun evi hesaba katamadı. En başta doğduğun ev önemli değil demiştin diyeceksiniz haklısınız. Ama işte bir puro bazen sadece bir purodur. Mesela dedi ki, senin şu an yemek yerken aldığın hazzı fiksasyonlardaki oral dönemlere bağlıyorum. Annenin memesini emdin, sonra ısırmaya başladın, süt vermeyince ağladın ve büyüyünce bütün bunlar senin tutum ve davranışlarını oluşturdu; haz sahibi oldun veya olamadın. Bak sen... Annen ağzına vura vura yoğurtlu ekmeği yedirdi ve sen başladın yoğurdu sevmeye, peynirsiz yaşamamaya diyemedi. Sonra anal dönemde tuvalet eğitimini verdi veya düzgünce vermedi ki sende pimpirikli olmaya başladın, bencil bir yapıya büründün veya bürünemedin. Bak sen... Anan sardı seni kundağa, tuvaletmiş, pipiymiş umursamadan salladı seni saatlerce beyninle miden yer değiştirircesine diyemedi. 

İşte bütün bunlar A kentinin B semtindeki değerli kardeşim (adını bilmediğim için af diliyorum), senin içindeki o sıkıntıyı, gelecek kaygılarını, geçmiş buhranlarını, şu anki hazzını anlamaya bir küçük giriş kapısıydı. Doğusu böyleydi, doğrusu Doğu. Çoğu şeyin farkında olmak için okumak gerekmiyor. İnsan olmak, ihsan olmak yeterliydi. Yargılamak basit, anlamak zordu. 

Ne diyor Gustav Jung, "Düşünmek çok zordur, bu yüzden çoğu insan yargılamayı seçer." 

Sevgiler...