“Billy Pilgrim’in değiştiremeyeceği şeyler arasında geçmiş, bugün ve gelecek vardı.”

Zamanda geri dönmek. Yaşadığın anları yeniden yaşamak. Hayır, bir zaman makinesinden bahsetmiyorum. Tam da olması gerektiği gibi bir yolculuktan söz ediyorum. Billy Pilgrim’in zamanda koptuğu o andan.

Kurt Vonnegut’u Mezbaha Beş’le keşfettim. Bunların hepsi oldu, az çok diye başlıyordu söze Vonnegut. Billy Pilgrim, soyadına uygun bir kaderle kurgulanmış yaşamında 1955’te bir kapıdan geçiyordu. 1941’de başka bir kapıdan çıkıp sonra 1963’e geri dönüyordu.

Mezbaha Beş

Doğumunu ve ölümünü defalarca yaşamıştı. Dresden’de müttefik uçaklarının bombalar yağdırdığı o güne de uçtu, uzaylılar tarafından kaçırıldı da.

Klasik anlatıyı ters düz edecek şekilde yazmış olan Vonnegut, bilim kurgu anlatısını ve yapısını da bozduğu için, kendi öznelliğinde kurduğu yapı dünya edebiyatı içerisinde onun eserlerini bambaşka bir yere konumlandırdı. Zaman içerisinde oluşan külliyatıyla sadece belli başlı eserlerinde değil yazmış olduğu her kitapta çıtasını biraz daha yükseltti.

Kurt Vonnegut Jr., 11 Kasım 1922’de ABD’de, Indianapolis kentinde doğdu. Alman göçmeni olan ve iyi İngilizce bilmeyen babasının İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte etnik kökeni yüzünden uğradığı ayrımcılığa tanık oldu. Cornell Üniversitesi’nde biyokimya okudu.

Savaşa gönüllü yazılan Vonnegut, 1945’te esir düştü. Dresden bombardımanını izleyen alev fırtınasından, altı Amerikalı esirle birlikte, beş numaralı mezbahanın buzluğuna sığınarak kurtulmayı başardı ve izleyen günlerde Dresden faciasının olanca dehşetine tanık oldu. Bu olay tüm eserlerine damgasını vurdu ve Mezbaha No.5 adlı romanının esin kaynağı oldu.

Savaştan sonra Chicago Üniversitesi’nde antropoloji dalında yüksek lisans programına yazıldı. Chicago Üniversitesi Lisansüstü Yönetmeliğinin bir maddesine göre, öğrencinin program dışında ürettiği başarılı bir yapıt, master tezi olarak kabul edilebiliyordu. İki tezi ardı ardına reddedilmiş olan Vonnegut’ın romanı, tez jürisi tarafından master tezi olarak değerlendirilerek kabul edildi. Artık Vonnegut hem yazar, hem biyokimyacı, hem de antropologdu. Vonnegut bir söyleşide yapıtlarını kendi beğenisine göre sınıflandırırken, en yüksek notu bu iki eserine, yani “Mezbaha No.5” ve “Kedi Beşiği” adlı romanlarına vermişti.

Vonnegut tüm yapıtlarında hümanist ve anti-militarist bir çizgi izledi. Kendisinin de gönüllü olarak katıldığı İkinci Dünya Savaşı’nı haklı bir savaş olarak nitelerken Dresden, Hamburg, Hiroşima ve Nagazaki’de yüz binlerce sivilin yakılarak öldürülmesini canice buluyordu. Amerika’nın Vietnam savaşına ve Irak saldırısına karşı çıkmıştı. Vonnegut, Amerikan halkının ve kültürünün çok sık rastlanmayan değerli bir çiçeğiydi. Amerika Sosyalist Partisi kurucusu Eugene Debs’in büyük bir hayranıydı ve onun şu sözlerini sık sık tekrarlardı:

“Aşağı bir sınıf varsa, ben o sınıftanım. Suçlu bir kesim varsa, ben o kesimdeyim. Hapiste tek kişi varsa, ben özgür değilim.”

Vonnegut kahramanları insanlığın aynasıdır. Arka arkaya yazdığı Titan’ın Sirenleri (!959), Soğuk Savaş siyasetini antropolojik bir gözle hicveden Kedi Beşiği (1963), Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater (1965) ve Mezbaha Beş sayesinde Vonnegut döneminin en iyi yazarlarından birisi olmuştur. Bunların yanısıra Şampiyonların Kahvaltısı da (1974) en renkli romanlarından birisidir.

Vonnegut hem insan denen yaratığa dışarıdan ve ötelerden bakabiliyor, hem de insan denilen tuhaf yaratığın özünde etle tırnak gibi iç içe geçen mizah ve trajediyi görebiliyor, gösterebiliyordu

1950’lerin son yıllarında Vonnegut’ın kız kardeşi Alice kanserden öldü. Alice’in eşi ise kısa bir süre sonra bir tren kazasında hayatını kaybetti. Vonnegut o sırada evli ve üç çocuk babasıydı. Fakat yaşananlardan sonra kız kardeşinin üç oğlunu evlat edindi. Bakacak altı çocuğunun olması sebebiyle evi geçindirebilmek için yazmaya daha çok ağırlık verdi.

Mezbaha No 5 kitabı büyük başarı yakalasa da ünlü yazar edebi kariyerinin ortasında depresyonla mücadele etti. 1971 yılında eşinden boşandıktan sonra tek başına New York’ta yaşadı. Oğlu da psikoz hastası olmuştu. 1979 yılında ikinci eşiyle evlendi ve bir kız çocuğu evlat edindiler. Fakat depresyonu gittikçe ağırlaşıyordu. 1984’te aşırı dozda uyku ilacı ve alkol alarak intihar girişiminde bulundu.

Amerikan rüyasını kara mizahla eleştiren Vonnegut, bu dönemdeki diğer büyük yapıtları arasında Kör Nişancı, Mavi Sakal ve Kodes Kuşu sayılabilir. Vatandaşlık ve azınlık hakları, nükleer silahların denetimi ve ekoloji hem edebiyatında hem de edebiyat dışı faaliyetlerinde sürekli gündeminde oldu. Kurt Vonnegut 2007’de New York’ta öldü.

Mezbaha Beş’e tekrar dönelim. Billy Pilgrim, her paragrafın sonunda “Oluyor işte,” saflığında içinde bulunduğu durumlara son noktayı koymasıyla sadece saf değil kült de bir karakter olarak göze çarpıyor. Büyük bir savaşın tüm zorluklarını ve ağır şartlarını yaşamış olan bir yazarın bu saflık derecesinde ve böylesine ışıldayan bir parlaklıkla yazdığı romanda yazarın sesini duyarız sık sık;

“Kitap çok kısa, karışık, kopuk oldu Sam, çünkü bir katliam hakkında zekice hiçbir şey söylenemez. Herkesin ölmüş olması lazım ki bir daha bir şey söylenemesin, bir daha bir şey istenemesin.”

“Oğullarıma asla katliamlarda yer almamalarını, düşmanların katledildiği haberlerinin onlara sevinç veya gurur vermemesini söyledim.”

Billy Pilgrim’in sistemi yaratan ve yerkürenin sırtına büyük bir yük bindiren kişilerin karşısındaki parlaklığı, günün sonunda onların değil, Pilgrim’in temiz hikâyesini okuyor olmamıza sebebiyet verir. Vonnegut kirli sisteme karşılık elindeki tek güç olan yazmak ve karakter yaratmak dürtüsünü bu yönde kullanmayı tercih etmiştir. Billy Pilgrim dünyadaki kötücül karakterlere karşı iyiliğin, saflığın, temizliğin temsili olarak yaratılır. Pilgrim’in parçalanmış hayatı okuyanlarına kendini arama yolculuğunda eşlik eder.