Geçtiğimiz Cuma günü İkbal Uzuner ve Ayşe Halil, Semih Çelik tarafından hunharca katledildi. Bu kadınlar, istatistiklere eklenen birer sayıdan fazlasıydı. Onlar, erkek egemenliğinin ve cezasızlık politikalarının kurbanıydı. Bu ülkede kadınlar her gün ölüme mahkum edilirken, faillere verilen mesaj ise apaçık ortada: “Korkma, biz seni koruruz.” Türkiye’de kadınların can güvenliği her geçen gün daha da tehdit altındayken, kadınlar gece sokaklara çıkmaya korkuyor; yolda tek başına yürürken sürekli arkasına dönüp acaba biri var mı diye tedirgin oluyor. Yasal düzenlemelerin varlığı sözde kalırken, bu yasalar ne kadar uygulanıyor?

6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi, kadınların korunması, ev içi şiddetin önlenmesi ve kadın cinayetlerinin yaşanmaması adına çıkarılmış güçlü araçlar olmasına rağmen, 6284 sayılı Kanun’un uygulanmaması ve İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi kadın cinayetlerini, şiddeti, cinsel istismarı artırarak devam ettiriyor. İkbal ve Ayşe’nin katili sadece bir erkek değil, aynı zamanda sistemin kendisidir. Yasalar kâğıt üzerinde var, ancak uygulamada eksik. Koruma kararları, acil yardım hatları, kadın sığınma evleri... Bunlar kâğıt üzerinde mükemmel görünse de, gerçek hayatta kadınlar hâlâ güvende değil!

Whatsapp Image 2024 10 08 At 19.27.39

“Erkekler Öldürüyor Çünkü Öldürebiliyorlar” Gerçeği 

Kadın cinayetlerindeki artış, Türkiye’nin toplumsal yapısındaki erkek egemenliğinin derin izlerini taşımaktadır. Erkeklerin şiddet uygulama cesareti nereden geliyor? Bu cesaretin kaynağı, yargının ve sistemin bu erkekleri koruması değil mi? Failler çoğu zaman cezasız bırakılıyor ya da hafifletici sebeplerle indirim alıyor. Kravat takıp hâkim karşısına çıkan erkeklere iyi hâl indirimi verilirken, kadınların sesi mezar taşlarından yükseliyor. Bu bir tesadüf olamaz. Cezasızlık politikaları, erkek şiddetini daha da körüklüyor. “Erkekler öldürüyor çünkü öldürebiliyorlar” gerçeğiyle yüzleşmenin vakti geldi. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilerek kadınların yaşam hakkını daha da tehlikeye attı. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması konusunda önemli bir yol haritası sunan bu sözleşme, kadınların hayatını kurtarabilecek bir yapıdaydı. Ancak erkek iktidarın işine gelmediği için rafa kaldırıldı. Kadınların hayatını savunan bir sözleşmeyi uygulamak yerine, şiddeti besleyen bir sistem tercih edildi.

İkbal ve Ayşe gibi binlerce kadın, failin cezasız kalacağına olan inancı yüzünden hayattan koparıldı. Erkekler biliyor ki, bu sistem onları koruyacak. Adalet, kadının değil erkeğin lehine işliyor. Yasaların uygulanmadığı, faillerin sırtının sıvazlandığı bir düzende, kadınlar yaşama tutunmaya çalışıyor.

Kadınların hayatına mal olan erkek egemenliği, cezasızlıkla büyütülen şiddet döngüsü, yasaların yalnızca kâğıt üzerinde kaldığı bir ülkede yaşamanın bedeli ağır. Erkek şiddetinin cezasız kalmasına göz yuman her karara karşı kadınların amansız mücadelesi sürecek. Bu ülkede kadınlar ancak gerçek adaletle, cezasızlık politikalarına son verilerek özgürleşebilir. Unutmayalım ki, bugün İkbal ve Ayşe’nin acısını yaşıyoruz. Yarın bir başka kadının yaşamı sona erdirilecek. Yarın başka bir kadın, bu sistemin göz yumduğu şiddetin kurbanı olacak. Çünkü bu cinayetler tesadüf değil; bu, bir düzenin ürünü. Bu düzen, erkek şiddetini mazur gören, yasaları uygulanamaz hale getiren, kadınların sesini duymayan bir sistem. İkbal ve Ayşe'nin katledilmesi, sadece bir failin değil, cezasızlıkla beslenen erkek iktidarının sonucudur. Bugün ölen kadınların sayısı arttıkça, faillerin cesareti de artıyor.

Yargının Göz Yumduğu Her Suç Yeni Bir Mezar Kazdırıyor

Türkiye’de artarak devam eden cezasızlık politikasının bir gerçeği var ki; kadınlar öldürülüyor çünkü bu düzen, onların yaşamasına izin vermiyor. Faili tek bir kişide aramayın. Asıl suçlu, katilleri besleyen bu çürümüş düzendir. Öldürülen kadınların adlarını birer birer saymaya kalksak, yazacak kâğıt yetmez. Çünkü her yeni gün, bir kadının ismi daha sessizce bu katliam zincirine ekleniyor. Onların anısına bırakılan her çiçek, aynı zamanda adaletin mezarına bırakılmış bir çiçektir. Bu ülkede kadınların gömüldüğü her toprağın altı, aynı zamanda yasaların gömüldüğü birer kara deliktir. Ne kadar görmezden gelsek de, kadın cinayetlerinin ardında yatan gerçek bu: Yargının göz yumduğu her suç, yeni bir mezar kazdırıyor.

Kadınlar olarak bize düşen en büyük görev ise, yasaların yükümlülüğüne ve cezasızlık politikalarına karşı ses yükselterek, toplumsal örgütlenmeyle mücadelemizi her alanda diri tutmaktır.