Tanrıçalar da intihar eder eğer kapatılmışsa bir erkek zindanına. Vurulmuşsa düşleri henüz on dördündeyken ya da kırılmışsa kanatları daha oyunlarına doymamışken. Tanrıçalar da intihar edebilirler. Evet, bir tanrıça daha intihar etti eteğindeki bereketi toprağa serpmeden. Sırtında kızıyla  banyoda astı kendini töre ilinin berdel köyünde. Bir kadın daha zamansız topladı geleceğini. Adı Şahê soyadı Fidan’dı. Fidan boyuna aldanmadan ardına bakmadan gitti. Urfa’nın  Yeşiltepe köyü sarardı, banyodan ağlayan bir bebeğin sesiyle.

            Kim bilir  kimler aldı onu daha küçükken yarım oyunundan. Kim bilir kimler berdel diyerek onu tanımadığı bir insana hayat boyu arkadaş atadı. Kim bilir  kimler  onu gönderdi aramızdan. Neydi onu bizimle bir arada yaşatamayan. Kendisini  sırtında çocuğuyla ölüme iten acı neydi? Bahsettiğim bu korkunç acı, bir değil iki değil. Nedir bir kadını, bir anneyi, bir tanrıçayı böyle elvedasız gönderen? Sorularım kirli bir zamana ve sağır bir kulağa çarpıyor. Kaç bin yıllık yosun tutmuş  feodal bir taşta kırılıyor sözcüklerim. Muhatapları duymuyor anlamıyor. Modern bir trajedi, zamansız doğuyor kalbimde şimdi. Ortadoğu’nun yaşatmayan bu kirli geleneklerine hapsolan bir kadın daha kayboldu, ardında evladını bırakarak. Batman’da petrol kederli kadınların sessiz sedasız gidişleri, Diyarbakır’da kendini Dicle’ye bırakan elleri daha küçük bir beden.

            Gidenlerin öyküleri öyle çok ki kalem oynatmakla bitmiyor. Perde arkasına sığdırılan hayatı, çamaşırdan aşınan eli, doya doya koşamayan ayakları, susturulan ya da kesilen dili… Kağıdın yazmaya kabul etmediği nice nice yaraları… Neden diye sormak abes artık. Hepimiz biliyoruz, kendimize itiraf edemediğimiz çıplak gerçeği. Bu kadar kör ve bu kadar barbar olduğumuzu itiraf etmenin vakti geçti artık. Şiddetin bir iletişim dili olduğu topraklarda her an herkes her şeyi bahane ederek yaşamı yok edebilir.                      

            Erkek egemen bir dünyanın zulümkar pratiği değil midir, tanrıçalarımızı körelten. Neden olan erkek, öldüren erkek, sınırları çizen erkek. Bu erkek değil miydi? Kadının adını çalan Anaerkil zamanlarda. Bu erkek değil miydi? Sümer tapınaklarında kadını pazarlayan? Bu erkek değil miydi? Hayatını çaldığı kadını hayat kadını yapan. Bu erkekti 21.yüzyılda evleri kadına mağara yapan. Kadının adını çalan erkek işte bu erkekti. Kadının adı yoktu artık. Bu erkekti kadını kendine kurban seçen. Kadının adı kurbandır artık. Erkeğin  kurbanı. Evet, erkeğin kendisi temizlemek için erkek tanrılara kurban ettiği kadın. Erkek, arınmak için kendi günahlarından kadını kurban etmektedir; çünkü sokakta kadına adım attırmayan, bedeninden zihnine kadar hayallerinden hedeflerine kadar tahakküm kuran erkek. Erkek, bu günahlarından nasıl arınacak? A. Camus’ un da dediği gibi kendindekini başkasında görmeye çalışarak onu onla suçlayıp rahatlamaktır biz erkeklerin yaptığı.

                       Bir bebek  sesi duyuluyor şimdi. Ağlayan bir bebek sesi bu. İntihar eden annenin geride bıraktığı kızından geliyor. Banyoda tekrarlandıkça yankılanan ve yankılandıkça insanı delirten bir işkenceye dönüşüyor. Bu ses, işte taşları un ufak edecek kıvılcım. Bu ses, işte kalplere bir sızı bırakacak. Anne geride çocuğun sesini bırakıyor. Gelip duyanlara eğer anlarlarsa bir hıçkırık bir feryat bir mesaj bırakıyor. Tanrıça intihar ediyor ve gidiyor kendi soylu tarihine. Yüceltilen kadının tapınılan tanrıçanın kaç  bin yıllık öyküsü bir bebek sesine karışıyor. Bu gidiş, tapınaklarda adaletin bekçisi ve barışın sigortası olan kadının 21.yy.dan gitmesidir. Kadının kovulmasıdır 21.yy.dan. Kadının gözleri mor, elleri kırık, yüreği ezik gitmesidir bu çağdan. Ağlayan bir bebek sesinde bir tanrıça intihar ediyor ve akıp gidiyor kendi soylu tarihine.

             2006 yılında Urfa’da Yeşiltepe Köyü’nde Şahe Fidan böyle intihar etmişti. Unutmayacağım demiştim. Unutmadım. On sekiz yıl sonra yine beleğimde ve güncel. Zulüm devam ediyorsa mücadele de etmeli. Çünkü bu intihar, bir son değildi. Çünkü Şahe Fidan’ın yerine kardeşi gelin olarak isteniyordu. Kör karanlık, güçlenirken biz de hafızamızla, dilimizle ve isyanımızla karşı koyacağız. Şahe’nin intihar ettiği gün banyoda sırtında ağlayan çocuğu Abut, bugün yirmi yaşında. Ben Abut’u unutmadım. Aklıma ‘’umut’’ diye kaydettim. ‘’Unutmayacağız’’ sloganlarına rağmen unutulmaması için filmi çekilmeli, resmi yapılmalı veya romanı yazılmalıdır. Sanat biraz da bu yüzden vardır ve böyle olabilirse anlam kazanacaktır. Bizlere düşen budur.