Başlığa bakıp ne alaka dediniz değil mi? İzin verin açıklayayım. Bugün 2 Temmuz yani 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’ni yakıp orada 33 yazar, çocuk, sanatçının ölümüne neden olan katliamın 31. yılı. Şu anda sıcağı sıcağına izlediğimiz haberlerde Suriyeliler’in ev ve iş yerlerinin ateşe verilmesi haberleri var. İkisi arasında bir benzerlik yakaladınız mı? Evet, dediyseniz devam ediyorum.

            Orta Doğulu toplumların kolay galeyana gelmesi tarih boyunca başımıza olmadık işler açtı. İşin garibi burada milletleri de aşan bir tarih var. Yani galeyana gelme konusunda Türk, Kürt, Arap vb fark etmiyor ve kimse masum değil. Duyduğu gibi kalkıp aklınca birilerine zarar verme kültürü milliyetçiliğin baskın olduğu 19.  ve 20. yüzyıllardan daha da geriye gidiyor.  Demek ki galeyana gelmenin milletlerle de ilişkisi yok. Soğuk ülkelerin insanları daha temkinlidir ama bizim gibi sıcak ülkelerin insanları adeta kanları kaynıyormuşçasına hareketlidir. Olsa olsa şöyle bir genelleme yapılabilir ama bu genelleme de bize yok etmeyi açıklamaya yetmez. Konuyu dağıtmadan Madımak ve Suriyeliler konusunda ortaklaştığımız başka yönlere bakalım. Öncellikle en sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim. Madımak’ı yakan zihniyet ile Suriyelilere saldıran zihniyetin çokça ortak yönü var. Buna itiraz edip ama fakat bağlaçlarına sığınıyorsanız durup derin bir nefes alın. Ciddi söylüyorum, lütfen bunu yapın sonra okumaya devam edin. O zaman içinizdeki galeyana gelen kanı durdurabilirsiniz. Sakinleştiyseniz devam ediyorum. Toplumda yaşanan hassas konularda verilen topyekün tepki, nerede haklıdır ve nerede haksız duruma gelir meselesine odaklanırsak o zaman bir adım ileriye gidip insani olarak artık düşünebiliriz. Haydi biraz düşünelim.

                   Bu ülkede birileri, birilerine bir şeyleri bahane ederek saldıramaz. Saldıracak kadar haklılık payı olsa da saldıramaz. En basitinden hukuk içerisinde ortaklaşıp üzerinde anlaşmaya  çalıştığımız yasaların bağlayıcılığı var. Yani bunu yapmak en azından bir suçtur. Yasalarla tanımlanan suçu geçtim de gruplara, milletlere, azınlıklara, mültecilere, dinlere vb aidiyet gruplarını öteki görüp saldırmanın asla mantığı, hukuku ve gerekçesi olamaz. Çünkü suçun şahsiliği buna engeldir. Çünkü başka mağduriyetler yaratmaktadır. Tarih, milyonlarca örnekle doludur. Şimdi basitleştiriyorum ve yerel örneklerle açıklayayım. Madımak’ta  yakılanların yaşlarına ve ürettiği sanata dönüp bakmak dediklerimi genişçe açacaktır. Yirmi yaşın altında iki kızını orada  kaybeden ananın gözlerine bir kere bakabilenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Tam burada ayrılanlar olacaktır. ‘’Madımak’ta yakılanlar masumdu evet  ama Suriyeliler masum değil arkadaş’’ İşte tam burada sığınılan ama fakat ile devam edilemez, bu yüzden şunu öneriyorum: Empati yaparak ve dünyanın diğer yerlerinde dindaşlarını ve soydaşlarını düşün. Empati yetmez bilgi ve bilinç de eklenip düşünülmelidir. Toplanıp hamasetle etrafına insan toplayanlar; kılıç, sopa, zamanında pala alan bir hemşehrim vardı vb araçlarla yapılan saldırılarla öncellikle birlikte yaşama kültürü yok ediliyor. Sonra da uyum sağlamayan azınlıklara kızıyoruz. Düzenli aralıklarla hakaret ettiğimiz, öldürdüğümüz, tam karşımıza aldığımız ve yeri geldiğinde topluca öldürdüğümüz grupların bize benzemesini istemek nedir? Bizden olmadıkları için onları istememek bile haklı sayılabilir hatta bunun için yapılması gerekenleri doğru düzgün takip etmek gerekiyor. Bilinç yoksa bir şeyleri usulüne göre yapmıyor direkt saldırıyoruz. Madımak’ta olan ve bugün Suriyeli diye şeytanlaştırdığımız algılara kapılarak dışladığımız insanlara yapılan da budur. Bana trajikomik gelen bir detay da Batı metropollerinde yıllardır ayrımcılığa uğradığını söyleyen Kürtler’in iş Suriyelilerin dışlanması olunca ırkçı ve ötekileştiricilerin yarattığı dili benimsemeleri. Oysa onların en hassas olması gereken konulardan biridir bu. Bu yüzden ayrımcılığa uğrayan Suriyeli’nin yanında olmalıdır. Aynı Suriyeli’nin hatta yaptığını gördüğünde en çok uyarıp kızan da yine o olmalıdır.

                      Suriyelilerin yaptığı hatalar ayrı konu,  bizim onları cezalandırmamız ayrı konudur. Öncellikle bunun anlaşılması gerekiyor. Aklınıza hemen kötü tavırlar, küfürler, sahilde  gruplarla söylenilen Arapça şarkılar, ortak kültüre uyum göstermeyen örnekler geliyor değil mi? Aklınıza yeteri kadar olumsuz örnekler geldi mi? Tamam o zaman şunu düşünelim. Biz sokakta bağıran çağıran tiplere kızmalıyız, uyarmalıyız. Evet. Fakat Arap oldukları için mi kızıyoruz? Buradaki ince tuzağa düşmeden ilerlemeliyiz. Dünyanın en büyük dillerinden Arapça ‘ya mı kızıyorsunuz Arap’a mı kızıyoruz yoksa kötü davranışlara mı ? Kime niçin kızdığımıza dikkat etmeliyiz. Zamanında Almanya, göçmenlere yönelik itici davranışlarda bulunurken oradaki göçmenler  Türk olduğu için buna maruz kaldıklarını düşünüp milliyetçi oluyorlardı. Toplumları ayrıştırmanın en basit yolları onlara hassasiyetlerini hatırlatacak darbeler vurmaktır. Milan Kundera ’nın çok sevdiğim bir sözü var:’’ Bir insanın neresine vurursanız orası onun kimliği olmaya başlar.’’ Geniş bilgi için bakınız: Kürt meselesi…

                        Özetle en basitçe şunda hemfikir olmalıyız. Suriyeliler, hata yaptı hatta hassas noktalarda toplumun tepki vereceği kadar hassas yanlışlar yapsalar bile dükkanlarının yakılmasını hak etmiyorlar. Linç kültürünü hak etmiyorlar. Yarın bundan dolayı senin ödediğin vergilerle tazminat alacak olan da odur yine. Peki tepkimizi bağırmadan kırmadan yakmadan linç etmeden katliam yapmadan nasıl göstereceğiz? diyenlere sesleniyorum. Haklınız. Bu konuda sanatsal tepki, demokratik tepki, kültürel tepki hatta siyasal tepki tecrübelerimiz zayıf.  Özellikle demokrat kesim, Madımak konusunda 31 yıldır bitmeyen bir mücadeleyle kültürel ve sanatsal tepkilerini ortaya koymada devam etmekte. Çokça eksikliklere rağmen yine de hesabını sorma peşindedir. Buna benzer durumlarda gösterilmesi gereken tepki yakmak yıkmak değil teşhis ve tedavi üzerine çalışmaktır. Ülke vicdanına düşen budur.

                 Özetin özeti, Suriyeli deyip saldırılan kişi, Alevi deyip yakılan kişi, şucu diye şöyle yapılan kişi, bizim getirildiğimiz galeyanın kurbanlarıdır. Bu topraklar bin yıllardır kurbanlar veriyor. Birlikte yaşamak kültürü kurbanla sağlanamaz. O yüzden ortak yaşam kültü ve dili kurulmalıdır. Sözlerimi Yaşar Kemal’in anmada söylediği sözle bitireyim. ’’Şimdi insanlığın yüzüne çıkıp ne diyeceğiz? Utançtan başka neyimiz kaldı?