Medyada yer alan orman yangınları veya anız yangınları denilen ve yürek yakan hadiseleri yakından takip ediyoruz. Adeta yazın geldiğinin habercisi olan bu yangınlara farklı pencerelerden bakmanın da önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yazıda bu pencereleri açmanın ve yaşadığımız alana dair duyarlılık üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.

Öncellikle bu yangınların çıktığı coğrafya üzerine bir genelleme veya ayrıştırıcı bir dili ret etmemiz gerekiyor. Mardin Diyarbakır hattında yangın başladığı anda Şırnak’ta ve bazı batı ilerinde benzer yangınlar devam etmekteydi. Bu satırları yazdığımı esnada da başka yerlerden yangın haberleri gelmekteydi. Çanakkale, Bursa ve İzmir  illerinde devam eden yangınların olduğu teyit edilebilir. O zaman yangının çıktığı bölge üzerinden bir tez veya anti tez üretmek ayrıştırıcı olacaktır. Bu tez ve anti tezin üretim yerlerinin de sağlıklı olmadığını söylemek gerekiyor. Çünkü bir yanda Kürt bölgeleri yanıyor- yakılıyor algısı diğer tarafta ‘’Ateşin Çocukları ormanları yakıyor.’’ vb yalan haberler dolaşıma sokuldu. Bu tez ve anti tez arasında algılarıyla oynanan toplumun geleneksel kodları adeta birbirine bilenircesine sivrilmektedir. Bunun kime ne gibi bir fayda sağladığı bilinmez ama topluma, toprağa ve en önemlisi emeği yanan canı giden vatandaşlara yaramadığı açıktır. Tezleri biraz daha açıp aydın olmanın pratik sahadan uzaklaştığı bir zamanda medyanın sanal kalelerine sığınıp ajitasyona yol vermenin de çağın modern bireylerine yakışmadığı kabul etmek lazım. Batıda ‘’Apocular orman yakıyor.’’ saçmalığıyla halkı galeyana getiren aklın tersi de ‘’Kürt illeri yanıyor devlet seyrediyor.’’ algısı birbirinden farklı değildir. Her iki tez de pratik anlamda bireyi eylemsellikten uzaklaştırıp sahaya inmekten alıkoyan ve öfkeyi ulusal değerler üzerinden pazarlayan bir mantıktır.

Birinci teze dair çokça gördüğüm görsellerin ve içeriklerin üzerine birkaç gerçeği de paylaşmak gerekiyor. Mardin - Diyarbakır hattında çıkan yangınlar ile ilgili elektrik tellerinden kaynaklandığına dair ekranlara çıkıp şahitlik eden insanların düşünceleri önemsenecek mi? Bölgenin elektrik alt yapısının eski olduğunu takdir edersiniz ki doğrudur. Bu bir yangına sebep oluyorsa protesto dili bunun üzerine kurulmalıdır ki toplum haklılık üzerinden aynı noktaya gelebilsin. Bu anlamda yetersiz alt yapının doğurduğu sonuçlar, konunun sadece elektrik telleri olmadığını ortaya koyacaktır. Bir bütün olarak ulaşımdan hizmet alanlarına kadar eksiklikler malumdur ve giderilmesi için yetkililerini beklemektedir. Yerel yöneticiler ve mülki amirler bu eksikliklerden muaf değildir.  Bu sözümüz yetkililere. Diğer bir sözümüz sanal alemin görselcilerine. Paylaşılan görseller kadar duyarlılık ve pratik emek üretmenin olmadığını düşünüyorum. İki görsel paylaşıp hayatına devam edenlerin ekolojik değerleri veya canı giden köylülerle ne kadar empati yaptığı konusunda şüphelerim var.  Oysa aldığımız ekolojik birikim, topraklarımızda doğabilecek felaketlere karşı öz gücümüzle hazır halde bulundurmamızı gerekli görüyordu. Demek ki bu anlamda yeterince hazır ve donanımlı değiliz. O zaman bundan çıkarılacak ilk ders; yerellerin kendi savunma, kurtarma, geliştirme projelerinin üretilmesidir. Belediyelerin buradaki sorumlulukları artmış ve muhtarların giymiş olduğu ateşten gömleğin hakkını vermeleri için yerelleri zorlaması gereken bir dönem. Yangın yarın başka yerde çıkacaktır, yağmur seli getirecektir, çığ düşecektir deprem her an olabilecek bir felakettir. Bu tür doğal felaketlere hazır olması gereken öncellikle toplum ve yerel örgütlerdir.

Birilerini suçlama, birilerinden medet umma, kimse bize bakmıyor mağduriyetinin bir faydası olmadığını tecrübe ettik. Belki yüzyıldır bu toplum, birilerinden bir şey bekliyor ve her felakette birilerinin gelmediğini, yetişemediğini, umursamadığını veya bilerek gelmediğini gördü. Bunlara hazır olmamadan beklemek de suçtur. Bunları bilip pratikte bir üretme telaşına düşmemek topluma karşı borcunu ödememektir. Burada aydın tavrı, suç unsurlarını takip edip ihmal, kundaklama ihtimali olan durumları teşhir etme ve bunların yargılanmasını sağlarken taviz vermediği kararlılığıdır. Demem o ki birileri yangın çıkarıyorsa ve tesadüfen bunlar yakalanmışsa bile bunlardan davacı olmayan beş gün sonra her şeyi unutan bir aydın beleğimizin var olması ironiktir. Mangalda kül bırakmayan bağrışlara ihtiyacımız yok ama suçluların ceza alması için davaları takip eden avukatlara ve çevrecilere destek vermek için mahkeme salonlarında şahitlik yapacak yurttaşlara ihtiyacımız çoktur.

Doğusuyla batısıyla halkın her felakete karşı önleyici, koruyucu ve çözüme odaklı hazırlıklıları olmalıdır. Çünkü felaket sonrasında yok olan bütün ekolojik unsurlar, yaşanan bütün zararlar ve küle dönen emeklerin sonunda kimi suçladığımızın bir önemi kalmamaktadır. Bu yüzden yaşanan felaketlerin zararları tespit edilmelidir. Bu zararlar, devlet tarafından karşılanıp mağduriyetler giderilmelidir. Bölgenin her türlü teknik, haberleşme, internet, su depoları, telekomünikasyon ağları, elektrik tesisleri ve alt yapıları güncellenmelidir. Modern sistemlerin kurulmaması da bir suçtur çünkü. Bunlarla beraber felaket gören bölgenin ağaçlandırılması gibi ekolojik çalışmalara başlanması gerekmektedir. Yerellerin daha güçlü hareket etmesi için buna benzer durumlarda inisiyatif alıcı yasaların çıkarılması gerekir. Bir muhtarın elinde modern teknikler ve imkanlar olsaydı bu felaketlerde bu kadar can ve mal kaybı olmazdı. Bu da bizim bin yıllık çözümsüzlüğümüz, ihmalkarlığımız. En azından modern devletlerin bu felaketleri önlemek amaçlı uyguladığı tedbirlerin uygulanması gerekir. Kader ve kaza gibi kavramların ötesinde tedbirlerin alınıp güvenin topluma verilmesi gerekmektedir.

Burada devlet aklı ilk olarak ateşin yasaklanması, pikniklerin yasaklanması gibi açıklamalarla başlıyor ama bu da bir çözüm değil. Felaketler, yasak ve iktidar dinlemezler. Bu yüzden yasaklarla değil önleyici tedbirlerle bu konuya eğilmeleri gerekmektedir. Kürtlerin ölümleri ve yaralanmaları üzerinden sevinen güruhların  da bilinmesi, teşhir ve tespit edilmesi gerekiyor. Irkçı söylemlerle insanların ölümleri üzerinde neredeyse alkış tutanların cezasız kalması kabul edilemez.

Düşüncelerin yetmediği yerde sanatın yüceliğine sığınarak sözlerimi Ahmed Arif’in ‘’Uy Havar’’ şiirinden bir bölümle bitireyim. Bu dizelerin kalbe dokunması vicdanları uyandırması ve bilinci hakim kılması umuduyla.

“Yangınlar,

Kahpe fakları,

Korku çığları

Ve irin selleri, aç yırtıcılar,

Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.

Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!

Pusatsız, duldasız, üryan

Bir cana bir de başa

Seher vakti leylim - leylim

Cellat nişangahlar aynasındasın.

Oy sevmişem ben seni...’’