Doğal felaketlerin engellenmesi çoğu zaman imkansızdır. Bu yüzden gelişmiş ülkeler olası heyelan, çığ, sel, deprem gibi büyük felaketlere karşı hazırlıklar yapar. Bunun dışında insan kaynaklı kaza ve yıkımları ise sıfıra indirmek için her türlü eğitim ve yönetimi organize eder. Özellikle felaketler karşısında acil eylem planlarından tutun da kazaların yaşanmaması için eğitim odaklı tedbirler, yasalar, tatbikatlarla maddi ve manevi kaybı en aza indirir. Yakın zamanda Los Angeles’te yaşanan ve şehri haritadan silen büyük yangında 25 kişi ölmüştü. Bu kadar büyük bir yangında halkın eğitimli oluşu ve organize bir şekilde hareket etmeleri sonucu maddi kayba rağmen yine de yirmi beş kişinin ölmesi ülkede büyük bir soğuk duş etkisi yarattı. Peki bizim gibi geri kalmış ülkelerde de durum böyle mi?

Yakın zamanda Türkiye’de yaşanan ve çokça insanın hayatını kaybettiği birkaç yıkıma bakalım. Bunların içinden insan kaynaklı olanları seçip fotoğrafın tamamına bakarsak büyük maddi manevi kayıplar verildiğini görebiliriz. 2014 yılında Soma maden faciasında 301 işçinin ölmesi akla ilk gelen örneklerdendir. Grizu patlamaları bu ülkenin kaderiymişçesine dönem dönem can alarak kendini hiç unutturmaz mesela. Patlamalar, kazalar, yangınlar,  vb. birçok yıkımda ilk elde edilen bulgu; ihmaller zinciridir.

Kolay Ölümleri̇n Hazirlanişi Alihan Demir

Bu yazıda bu ihmallerin ölümleri nasıl hazırladığına değineceğim. Öncellikle kaderci bakış açısı, görevini kötüye kullanma, masraftan kaçınma, nemelazımcılık, eğitimsizlik, iş ahlakına uymama, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeme, rüşvet, liyakatsızlık, yandaşçılık, para hırsı vb sayamayacağımız yüzlerce kusurla donanmış insanın ölümleri yavaş yavaş hazırladığını görmemiz gerekiyor. İşini sağlam yapmayan teknisyenden, yangın merdiveni eklenmeyen projeye onay veren yöneticiden, masraf olur diye güvenlikten tasarruf eden patrondan, oy kaybederim diye susan siyasetçiden, iş versinler de bana ne diyen vatandaştan, çıkarını düşünen müşteriden tutun bütün toplum el ele vererek ölümlerini basitleştirmektedir. Mühendis makineyi görmeden onay verir, iş güvenliği uzmanı iş yerini görmeden imza atar, denetime gelenler sözlü beyana göre rapor doldurur. Resmiyette herhangi bir evrak eksiğimiz yoktur. Her bir evrakımız raporumuz tutanağımız hazırdır zaten. Peki pratikte, sahada, iş yerinde, madende, limanda, gemide, araçta , fabrikada her şeyimiz tam mı? Tam olmadığı halde onay ve imza verenlerin ‘’Ya ne olacak ki zaten’’ pratiğine hepimiz şahit değil miyiz? Kazanın ortak hazırlanışı ve gelişi toplumun tüm katmanlarınca göz göre göre düzenlenmektedir. Madende kaza olur oksijen pompalayan sistemin arızalı olduğu ortaya çıkar. Bina yanar yangın merdiveninin olmadığı anlaşılır, kamyonun freni patlar kaçış rampasının yapılmadığı fark edilir, apartman çöker taşıyıcı kolonun kesildiği görülür. Her kazada yıkımda mutlaka bir eksiklik insan eliyle önceden hazırlanmıştır. Böylece birbirini tetikleyen eksiklikler sonucu onlarca can bir anda yok olup gider. Ölümün kolayca hazırlanışı böyledir.

Kolay Ölümleri̇n Hazirlanişi Alihan Demir Bolu

Ortadoğu insanının karakteristik yapısında tedbirsizlik söz konudur. Bunun sonucunda oluşan büyük acılar; ne ilktir ne de son olacaktır. Burada yapılması gereken ilk önce ölümlerin bu kadar kolaylaşmasının sorgulanmasıdır. Yakın zamanda Belgrad’ta yaşanan ve on beş kişinin hayatını kaybettiği tren garının çatısının çökmesi sonucu milyonlarca insan sokağa çıkarak hayatı durdurdu ve bunu dünya gündemine taşıyıp herkesi sorgulamaya davet etti. Türkiye’de ise bu sorgulama daha önce de yapılmadığı gibi bundan sonra da yapılmayacak. Bunu Bolu’da ölümlerin 70’e ulaştığı saatlerde ve yüzlerce kameranın çekim yaptığı anda kayak yapmaya devam edenlerle bir kere daha gördük. Toplum, işte bu duyarsızlık ve umursamazlık yüzünden ölümlerin suç ortağıdır. Devlet; soruşturma başlatıldı, müfettişler görevlendirildi, suçlular cezalandırılacak, raporlar yazılacak, tutanaklar tutulacak vb edilgen söylemle kazayı sözde öznelerle bağlayıp bitirecek. Oysa bu yıkımların gerçek öznesi, biziz. Felaketlerden çıkar devşiren kemirgen ruhumuzla her birimiz bütün bu olan biten kolay ölümlerin mimarıyız. İnsanların kolayca ölmesiyle ilgilenmiyoruz. Duyarlılık adı altında vicdanımızı rahatlatan birkaç sosyal medya paylaşımı yapılacaktır ve birkaç ay sonra kim nerede nasıl ve niçin öldü hatırlayamayacağız.

Teşhis doğru yapılmazsa tedavisinin de doğru yapılmayacağından teşhisi bu şekilde karakter çürümesi üzerinden kurmalıyız. Albert Camus’un ısrarla dile getirdiği ve her olayda bir kere daha haklı çıktığı şu sözü unutmayalım: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” Bu ülkede ve benzer birçok geri kalmış ülkede ölümler; sokak ortasında, güpegündüz, aleni ve hesapsızca olabiliyor. Buradan uyanmamız gerekiyor. Geldiğimiz çağda bilmem hangi Avrupa ülkesine ambulans gönderdik diyen medyanın reklamlarına aldanmadan çarşafları birbirine bağlayıp aşağı inmeye çalışan felaketzedelerin çaresizliğine odaklanalım. Bu ülkede yaşam, pamuk ipliğine bağlı derken bu kadar da haklı çıkmasaydık keşke.